top of page

Gazeteciliği niçin yapıyoruz? Haber vermek, duyurmak için mi?

  • Enise Askın
  • Feb 19, 2017
  • 3 min read

Gazeteciliği niçin yapıyoruz? Haber vermek, duyurmak için mi? En yakın tuvalete erişiminin kilometrelerce uzaklıkta olduğu insanların dahi internetli telefon kullandığı bir çağda haber vermekten fazlası olmalı gazetecilik. Savaşın ve ayrışmanın hastalığında kavrulan bir dünyada, bundan fazlası olmalı.

Afganistanlı Şeyma, taziye evinde. (Photo: Jim Huylebroek, NYTimes)

Taliban’dan ayrılan bir grubun Afgan güvenlik güçlerine yönelik geçtiğimiz ay gerçekleştirdiği bombalı saldırı ve ardından gelen çatışmada 16’sı polis, 27’si Taliban mensubu 43 kişi hayatını kaybetti. Kandahar’daki bu çatışma, ülkede son 15 yılda neredeyse 3-4 günde bir yaşanan olaylardan herhangi biriydi. Buraya kadarki kısmıyla olayın haber niteliği nedir? Haber yapacak olsaydık, başlığı muhtemelen şu olurdu; “Afganistan’da güvenlik güçlerine saldırı: 43 ölü”. Fotoğrafıysa etrafa ceset parçaları dağılmış bir olay yeri fotoğrafı. Bu şekliyle 43 ölü’ kısmı okuyan kişi için birer kibrit çöpünden farksız öyle değil mi?

Bir de şöyle okuyalım; “Afganistanlı Şeyma, 1 günde 3 oğlunu kaybetti”. Bu haberde ise Kandahar’daki o güzel dağların yamacına kurulu küçük bir köyde, yan yana dizili 3 mezarın fotoğrafını kullanalım. Şeyma’nın acısına ve hayatlarına, umutlarına, sevdiklerine aynı gün veda eden 3 kardeşin hikayesine şimdi daha yakınsınız değil mi?

Savaşın kronikleştiği böylesi bir çağda, gazetecilik salt ‘haber verme’ amacı taşıyamaz. Hem işlevselliği hem de ahlakiliği bakımından uygun düşmez bu. Bir doktor düşünün ki, onun için günlük ritüel haline gelmiş bir ameliyatta, neşterin ucundakinin bir insan olduğu gerçeğinden ve yapacağı en ufak yanlışta ölümüne sebep olabileceği sorumluluğundan uzak, masadaki bedeni zihninde ‘bozulmuş bir makine’ olarak tasvir ediyor.

Madem ki bizim işimiz de haber vermek, haber verirken seçeceğimiz yöntem ve olaya yaklaşımımız; hem ahlakiliğe, hem çağın gerekliliklerine, hem de bahsettiğimiz sorunun çözümüne uygun olmalı. (Yazının bu kısmından sonrasında, ahlakiliğe ve çağın gerekliliklerine uygun olması gerektiği konusunda hemfikir olduğumuzu varsayacağım)

Peki, çözüme uygun yöntem ve yaklaşım ne demek? Bunu biraz daha açalım.

Sadece Orta Doğu’ya değil, Afrika’dan tutun, Doğu Avrupa’ya ve Asya’ya kadar geniş bir yelpazeye hükmeden savaş ve ayrışma ortamında yaşıyoruz. Suriye savaşı, IŞİD, Türkiye-PKK, Afg-Pak-Taliban, Ukrayna, Güney Sudan, Yemen, Kuzey Kore’nin füze denemeleri, Brexit ve Trump’ın seçilmesinden sonra gerçekleşen kutuplaşmalar dahi dahil edilebilir buna. Bahsettiğimiz çatışmaların her birinde, her iki tarafın da birer tabanı var (Evet, IŞİD’in de tabanı var, 2014-15’te Irak’taki Sünni aşiretlerin IŞİD’e verdiği desteği ve Enbar’da çekilmiş IŞİD ile ilgili sokak röportajlarını hatırlayın).

Medyanın yansıttığı -ve hatta dayattığı- atmosfer, genellikle insanlara bunun böyle olmadığını hissettirir ve onların olayları aksine göre yorumlamasına neden olur.

Örneğin, silahlı çatışmalarda her iki taraf da ölür, ancak televizyonlarda yalnızca ‘şehit’ olan askerlerin cenaze törenleri yayınlanır, intikam alınacağı ‘müjdelenir’. Çatışmanın diğer tarafındakilerin ölümü ise ailelerine yalnızca yas değil, bir sorun da getirir. Cenazelerin gömülmesi (şayet cenaze teslim alınabilmişse) engellenir, engellenmese dahi, cenaze töreninden sonra aileyi sosyal yaşantılarında pek çok zorluk karşılar, ve bu sorun medyaya yansımaz. (Oysa ki cenaze, ölen kişiye ait değil, o kişinin ailesi ve içinde olduğu topluma ait bir törendir. Bu nedenle taziye de, ölen kişiye değil yakınlarına, çevresine yöneliktir)

Askerlerin cenaze törenleri ile çatışmanın diğer tarafında bulunanların cenaze törenlerinin medyaya yansıma biçimi arasındaki fark, sizce o tarafın tabanında nasıl bir karşılık bulur? İşte böylelikle medya, bu örnekteki gibi, ayrışmanın bir parçası, hatta derinleştiricisi haline gelir.

Bahsettiğim ise bunun tam tersi, ‘çözüme uygun’ yöntem ve yaklaşım. Az önceki örnekten devam edersek, şayet medyada kullanılan dil ve sahiplenilen odak noktası, tarafları diğer taraftakileri anlamaya teşvik etme üzerine kurulmuş olsa, cenazelere ilişkin haberler ayrıştırıcı değil, birleştirici -ve hatta belki ileri bir gelecekte onarıcı- bir etken olabilirdi.

Çünkü savaş her iki taraf için de yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Başka koşullar altında savaşın tarafları arasında olmak istemeyebilecek insanlar, geri dönüşü olmayacak şekilde yara alıyor. Geride kalanların ortak noktası ise savaşta yakınlarını kaybettikten sonra aldıkları derin yaralar oluyor. Bu yaraların karşılıklı olarak tanınıp görülmesi, ayrışmaya karşı onarıcı bir adım olarak görülebilir. Bu onarımın en hayati araçlarından biri, kuşkusuz medya olacaktır.

Uluslararası medyada buna benzer yaklaşımlar genele oranla nadir de olsa görülebiliyor. Mesela New York Times gazetesinin 14 Şubat tarihli haberinde Şeyma’nın hikayesinin yanında, Helmend bölgesinde yaşayan ve Taliban’a katılmış 3 oğlunu 8 aylık bir süreçte kaybeden bir başka annenin hikayesi de anlatılıyor. Habere göre kendisi de eşini kaybetmiş olan anne, 30, 26 ve 21 yaşlarındaki oğullarını kaybettikten sonra şimdi, ‘dul kalmış iki gelinine, üç torununa ve henüz ergenlik çağında olan bir oğluna bakmakla yükümlü’.

Çözüm, birbirimizi anlamaktan, birbirimizin sorunlarını, taleplerini, beklentilerini dinlemekten geçiyorsa, gazetecilik de çözüme uygun bir yaklaşıma sahip olmalı. Sürekli değişen yoğun gündemlere sahip bir meslekte çoğunlukla kendimizi gündeliğin akışına bıraksak da, bazen her şeye birkaç dakika ara verip kendimizi bu süzgeçten geçirmeliyiz belki; “Gazeteciliği niçin yapıyoruz?” Haber vermek, ya da duyurmak için mi?

 
 
 

Comments


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page