top of page

Röportaj: Fotoğraflarla soykırım hafızasına dokunmak

  • Enise Askın
  • Jul 7, 2016
  • 7 min read

Türkiye’nin konuşulamayan, konuşulduğunda ise yaşanan dramı inkar edici siyasi tartışmaların öne sürüldüğü başlıca konularından biri Ermeni Soykırımı. Her şeyden önce bu düşünsel engellerin yavaş yavaş aşılmasını sağlayan çalışmalar, toplumsal yüzleşmeye ayna tutuyor. Bu çalışmalar arasında en dikkat çekici örneklerden birini gerçekleştiren fotoğrafçı Erhan Arık, Ermenistan-Türkiye sınırındaki köyleri gezip fotoğraflarını çekerek gördüğü bir rüyanın izini sürdü. Fotoğraflarıyla Ermeni Soykırımı hafızasını yansıtan Arık, bundan 6 yıl önce başladığı yolculuğunu Neynik’e anlattı.​

Ermeni meselesiyle ilgili çalışmalarınıza nasıl başladınız?

İlk olarak 2010’da Horovel isimli bir çalışma yaptım. Türkiye Ermenistan sınırında bir kısmı Türkiye’de bir kısmı Ermenistan’da yer alan 23 tane köy dolaştım. Aslında bundan biraz öncesini anlatmakta fayda var. Ben Ardahanlıyım. Orada doğup büyüdüm. Doğduğum köy eski bir Ermeni köyü. Doğduğum ev de eskiden Ermenilere aitmiş. 2009 yılında bu evle ilgili bir rüya gördüm. Rüyamdaki kişi bana bu evle ilgili sorular soruyordu, “Bu ev benim evim. Benim ailem burada yaşıyordu, çocuklarım burada oyunlar oynuyordu, eşim bu ocakta yemek yapıyordu. Fakat sen şimdi burayı ahır olarak kullanıyorsun. Bunu nasıl kabul edebiliyorsun?” diye. Yaşadığımız evin bir kısmını biz gerçekten ahır olarak kullanıyorduk. Ahır olarak kullanılan kısımda da bir ocak vardı. Rüyamdaki kişinin soruları da bu ahır ve ocakla ilgiliydi. Bu rüyayı gördüğümde ben toplumsal meselelerle ilgilenen, bu tür meselelerin üzerinde durmaya çalışan, anlamaya çalışan biriydim ve Ermeni meselesi, Ermeni Soykırımı kafa patlattığım konulardan biriydi. Rüyanın nedenini, niye gördüğümü sorgulamıyorum. Çünkü birçok nedeni olabilir, ortak hafıza olabilir, o ocakla ilgili evde dönen bir sürü hikaye olabilir. Fakat şu beni çok ilgilendirdi; mesela ben Hrant Dink öldürüldüğünde onun için yürüyüşe katılıyordum, bu meseleyle ilgili duyarlı olduğumu düşünüyordum, elimden ne geliyorsa yapmaya çalışıyordum. Ama hikayenin özelinde, kendi özel hayatımda aslında bu hafızayı ahır olarak kullanıyordum. Bu gerçeklik meselesi beni çok rahatsız etti. “Ben nerede duruyorum? Durduğum yerde ne kadar samimiyim? Ne kadar sorumluluk kabul edebiliyorum buna dair?” diye sorgulayarak bir şeyler yapmaya karar verdim.

Tabi öncelikle şunu sorguladım: rüyamdaki “ocak”. Benim için çok temel bir meseleydi bu. Ocak Anadolu’da çok değerlidir, birçok şeyi temsil eder. Aileyi temsil eder, gideni temsil eder, kalanı temsil eder. Dolayısıyla o ocağa dokunmak, “haram”dır. Ne ailem bununla ilgili bir özeleştiri yapmıştı ne de ben bunu görebilmiştim. Bu durum bende bir kırılma yarattı ve bir şey yapmam gerektiğine karar verdim. Bunu toplum yada birileri adına değil, kendim için, hikayeyi daha gerçek bir açıdan görebilmek, hafızayı biraz daha gerçek bir yerden okuyabilmek için yapmaya karar verdim.

O dönemde Agos’tan Pakrat (Estukyan) abiyi tanıyordum. Onun yanına gittim, meseleyi ona anlattım. Böyle bir rüya gördüm ve bir şeyler yapmak istiyorum dedim. Ne yapacaksın dedi, Ermenistan’a gitmek istiyorum dedim. Oradaki sınır köylerine gitmek istediğimi söyledim. Niye sınır köylerine gitmek istiyorsun dedi. “Çünkü Türkiye’ye en yakın olan yerler, bu fiziksel yakınlığın olduğu yerlerde ben söz konusu hafızayı konuşmak istiyorum” dedim. O da, “Oraya gidiyorsan Türkiye tarafındaki sınır köylerine de git” dedi. Evet dedim ve neler yapabileceğimle ilgili konuşmaya başladık. Pakrat abi konuşma sırasında “Belki Horoveller kaydedersin” dedi. “İki halkın birbirini anlayabilmesi, üzerinde barışa dair, hafızaya dair bir şeyler söyleyebileceğin bir şeyler kaydedersin” dedi. Horovel ne diye sordum, o da “Senin baban çiftçi değil mi? Tarlada çalışmadın mı? Öyleyse biliyor olman lazım. Bence hikayeye başlamadan önce git babanla görüş, hem bu rüyayı ona anlat hem de Horovel ne diye ona sor” dedi. Böyle bir hikayenin içerisine girince, ruhsal olarak bir moda giriyorsunuz. Dolayısıyla gitmek için benim önümde bir engel kalmadı.

Önce ailemin yanına gittim, babamla konuştum. Ailem de çok etkilendi bu durumdan. Horovel ne diye sordum. Babam da, “Hatırlamıyor musun tarlada çalışırken bir şeyler okurdum. İşte o okuduklarım Horovel” diye cevap verdi. “Hangi dile ait peki Horovel kelimesi?” dedim, “Eski Türkçe” dedi. Bu yanıtı alınca Pakrat abinin neden beni babama yönlendirdiğini anladım. Çünkü işe başlamadan önce bu çok temel bir aşamaydı. Birileri için eski Türkçe olan şey, aslında 1915’ten sonra unutulmak istenen, üzerine başka bir kimliğin inşa edildiği bir durumdu. Tabi Pakrat abi de ben de bunun Ermenice olduğunu biliyorduk. Bu kelime benim için bir anahtar oldu, hatırlamak, hatırlatmak, unutmak, unutturmak üzerine yola çıktım. Yaklaşık 8 ay boyunca köy köy dolaştım ve böyle bir çalışma ortaya çıkardım. Çalışma içerisinde fotoğraflar, hikayeler, özellikle Ermenistan tarafından hikayeler, videolar vardı. Çalışmam sona erdi ve sergi açtık.

Böylelikle ben bir şekilde bu hikayenin içerisine girmiş oldum. 2010'daki “Horovel” isimli çalışmayı sayısal açıdan kısıtlı olanaklarla yapmak durumunda kaldım. Dolayısıyla hikayeye daha çok derinleşebileceğim başka noktalara dokunabileceğim fotoğraflar yapabilecekken yapamıyor oldum. Ve ben bunu biraz daha derinleştirmek istedim. 3 yıl önce Agos'ta çalışırken bu hikayeye devam etmek ve Ortadoğu’daki Ermeni diasporasıyla ilgili çalışma yapmak istedim, buna yoğunlaştım. 1915 sonrası Ortadoğu'da kurulmuş olan Ermeni mahallelerini gezmek istedim. Son iki yıldır İran, Irak Kürdistanı, Lübnan, Ürdün ve İsrail'de bir çalışma yürüttüm. Tam olarak bunları yapıyorum. Daha çok bu meseleye odaklı işlerle çalışıyorum. Tabi bu sırada Türkiye'nin de bir gündemi var. Haliyle birçok fotoğrafçı gibi ben de buna bir şekilde dahil oldum. Ama yine de Ermeniler ve 1915 benim temel olarak odaklandığım bir mesele, ve buna yoğunlaşıyorum.

Gittiğiniz yerlerde konuştuğunuz ve fotoğrafladığınız insanlar sizin kimliğinizi biliyorlar mıydı? Biliyorlarsa nasıl karşıladılar?

Kökenin güney Gürcistan’dan, Ahıskalıyım. Kimlik meselesi benim açımdan sıkıntılı bir mesele. Politik olarak benim bu kimlikle hiçbir ilişkim yok. Kültürel olarak kendimi yakın hissedebilirim fakat geçmişte Ahıska’dan gelmiş olmak, vesaire ile ilgilenmiyorum. Ama sizin ilgilenip ilgilenmemeniz, başkalarının da sizin kimliğinizle ilgilenmeyeceği anlamına gelmiyor. Ermeni meselesinde Türkiye’den onların yanına gittiğiniz zaman “Türk”sünüz. İlk etapta ben bunu kırmaya çalışıyorum. Çünkü bu Türkiye’de benim de mücadele ettiğim bir anlayış. Bu ülkede herkes Türk değil, herkes Müslüman da değil. Ben Türkiye’nin bir vatandaşıyım. Fakat bu durumu değiştirmiyor haliyle. Ve sizi anlayamıyorlar ilk bakışta. Türkiyelisin ve bizim meselemizle ilgileniyorsun? Ben bu anlayışa karşı çıkıyorum. “Türkiye’deki resmi ideoloji de bunu söylüyor, bunun benim meselem olmadığını, bir Ermeni meselesi olduğunu iddia ediyorlar” diyorum.

Aslında bu sorgulamalar onlara da çok farklı geliyor. Bu sorgulamalardan sonra daha samimi bir sohbet gelişmeye başlıyor. Gittiğim yerlerde birkaç gün kalmıyorum. İki ay gibi uzun süreler oralarda bulunuyorum. Bu ilişkiler sonucu bir süre sonra onları gözünde benim “Türk” kimliğim “arındırılıyor” ve karşılarında “Türkiye’den gelen bir çocuk” oturuyor oluyor. Bir Ermeni için hikayesini Türkiyeliye anlatmak aslında daha çok önem taşıyor. Çünkü birinci dereceden muhatabın sen olduğunu biliyorlar. Bu durum benim için bu işi yaparken oldukça önemli bir motivasyon oldu. Ermenilerle aynı masaya oturduğumuz zaman, bir kısmı kızgın bir şekilde oturuyor, bir kısmı anlatmak için oturuyor, bir kısmı anlamak için oturuyor, bir kısmı merak ettiği için oturuyor. Ama her halükarda Türkiyeli olman onlar için çok önemli oluyor bir noktadan sonra.

Lübnan bu açıdan benim için önemli bir tecrübeydi. Başımızdan enteresan bir hikaye geçti. Orada tanıştığım bir Ermeni arkadaşım beni evine yemeğe davet etti. Yemekten sonra sohbet ederken annesi, “Bende babamın çocukluk arkadaşlarıyla yazıştığı Türkçe mektuplar var. Babam küçükken bize okurdu. Ama ben şimdi mektuplarda ne yazdığını okuyamıyorum ve hatırlayamıyorum da. Bana bunları çevirir misin?” dedi. Masada iki kızı ve bir damadı da bulunuyordu. Sonradan fark ettim ki kızların bu mektuplardan haberi yokmuş. Kızları da şaşırıp “Ne mektupları bunlar anne?” diye sordular. Şunu düşünün, kızlarına hiç göstermediği mektupları sana göstermek istiyor. Bunu bir güzelleme için anlatmıyorum. Muhatabı ben olduğum için bu mektupları o masada çıkarıyor. Sonuç olarak benim Türk olmam orada önyargıları büyüten bir noktayken, bir o kadar da bir araya gelmemiz için temel bir anahtar.

Çalışmalarınız sırasında Ermeni diasporasındaki hafıza ile Türkiye Ermenilerinin hafızası arasındaki farklılığı nasıl gözlemlediniz?

Türkiye’deki Ermeniler haliyle 1915 sonrası Türkiye’de yaşamış ve Türkiye ile ilişkisi, buradaki eşiyle dostuyla arkadaşıyla ilişkisi devam eden insanlar. Dolayısıyla Türkiye’deki bir Ermeninin kötü bir komşusunun yanında iyi bir komşusu da var. Fakat Ortadoğu’daki diaspora –İran’ı bir kenara bırakmak gerekir çünkü oradaki diaspora çok farklı paradigmalara sahip. 1915 sonrası oluşmuş bir diaspora değil. Ermeniler açısından daha köklü, 500-600 yıllık bir geçmişi var-, Ürdün, İsrail, Lübnan gibi yerlerle Türkiye arasında bir ilişki yok. Türkiye’ye dair zaman, onlar için 1915’te ve devamındaki acı günlerde kalmış. Oradaki insanlarla oturduğunuz zaman o dönemde sabitlenmiş hafızayla konuşuyorsunuz. Türkiye’deki memleketlerinden, köylerinden ve tarihlerinden bahsettiklerinde o dönemki hafızayla ilgili konuşuyorlar. Birçoğunun Türkiye’yle münasebeti uzun zamandır yok. Dolayısıyla çok anlaşılır bir şekilde arada bir zaman kopukluğu var. Mesela çok enteresan bir durum, Türkiye – Ermenistan sınırına gittiğinizde iki tarafta da kendinizi yabancı hissetmiyorsunuz. Fakat bir süre sonra bahsettiğimiz zaman meselesi devreye giriyor ve yaşamadığınız bir zamanı orada yaşamaya başlıyorsunuz, Türkiye’yle ilgili olan hafızadan bahsediyorum. O hafızanın içerisinde soykırım var, gelenekler var, terk ettiği evinin bahçesindeki bir ağacı tarif etmesi bile var ama o ağaç şimdi orada yok belki.

Sonuç olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim. Türkiye’deki Ermeniler bir şekilde burada kalabildikleri ve ilişkileri devam ettiği için tasvirleri diğer ülkelerdeki Ermenilerden daha farklı. Evet Türkiye’deki Ermeniler açısından bakıldığında bir ilişki var ve bu ilişkinin üzerinden elbette diasporadan farklı bakacaklardır, sağlıklı olan da belki bu. Fakat bir taraftan da çıkıp bu dilin dışında, yaşadıkları hikayeyi, bu coğrafyada yaşadıkları zorlukları açık bir dille anlatabilecekleri bir ortamları yok. Evet Türkiye’de yaşayan bir Ermeni burada düşmanının olduğu kadar dostunun da olduğunun farkında ama o dostlarından kaç tanesine yaşadıklarını anlatabilecek kadar güvende hissediyor? Bunun da farkında olmak gerekiyor. Ancak o zaman sağlıklı bir ilişkiden söz edebiliriz. Diasporadaki Ermenilerin dili daha sert, bunun içerisinde zaman faktörü var, mekan faktörü var, yaşanmamış olan bir zaman dilimi var, ama bunun yanında hikayelerini anlatabilmekte Türkiye’dekilere nazaran daha özgür olabildikleri bir durum söz konusu. Bunu görmek gerekiyor bence. Çok değer verdiğim bir Ermeni büyüğüm şöyle bir ifadede bulunmuştu, “Kimseden beni anlamasını, yaşadığım hikaye konusunda derinleşmesini, yada bana el uzatmasını beklemiyorum. Sadece benim bu acıyı yaşamama saygı duyulsun. Ben başka bir şey istemiyorum” demişti. Türkiye’deki Ermenilerin biraz daha yumuşak bir dil kullanmasının nedenlerinden birisi de kendi hikayelerini çıplak bir şekilde anlatabilecek kadar güven ortamının oluşmaması.

Fotoğraflarınızın, yada genel ifadeyle fotoğrafçılığın barışa katkısı nedir sizce?

Barışa ne kadar katkısı olur tartışılır ve hatta büyük bir cümle olur. Ama hafızanın yeniden inşası ya da hafızaya dair belirli meselelerin konuşulması ve bir ürünün sözlü bir ürünün, yaşamış herhangi bir kişinin ne kadar katkısı varsa, aslında fotoğrafın da o ölçüde büyük oranda katkısı var. Çünkü özellikle fotoğrafta, ele aldığınız konuyu çok daha çoğul ve birçok noktaya değinebileceğin, çalışabileceğin uzun bir zaman dilimi varsa, insanların oturup sohbet edebileceği uzun bir zaman dilimi varsa, fotoğrafladığınız mekanı tanıyabilecek kadar uzun bir zaman diliminiz varsa, tarihsel ve kültürel durumu okuyabilecek kadar uzun bir zaman diliminiz varsa, egemen olan yada inşa edilmiş olan hikayenin dışında -ki bu egemen olan hikaye doğru bir hikaye de olabilir, bunu tartışmıyorum-, ama bir şekilde bir alternatif olan bir bilgiye ve görüntüye alan açma şansınız olabiliyor. Çünkü fotoğraf, meseleye görünenden çok görünmeyenin üzerinden odaklanan bir alandır. Sanat öyledir. Yapılmamış olanı, görülmemiş olanı göstermeye çalışır. Dolayısıyla ortaya çıkan her bir detay yeni bir bilgi üretir. Hafızanın yeniden üretimine aracı olabilir.

Bunun dışında üretilen çalışmaların barışa ne kadar katkısının olduğu da aslında fotoğrafçının bu çalışmayı yaparken yaptığı çalışmada ne kadar doğru çalıştığıyla alakalı bana göre. Yani bir savaş fotoğrafçısının savaşın fotoğraflarını çekiyor diye barışa hizmet ettiğini söyleyemeyiz. Savaşı nasıl fotoğrafladığı, nerede durduğu, nerede fotoğraflamaya devam edip nerede fotoğraflamaktan vazgeçtiği gibi bir çok soru var. Dolayısıyla barışa nasıl hizmet ettiği de fotoğrafın nasıl üretildiği, nasıl ortaya koyulduğu, nerede yayınlandığı, yayınlanırken nasıl üslup takıldığı, fotoğrafın oluşum aşamasında o insanlarla nasıl bir ilişki kurduğuyla da alakalı. Fotoğrafçılık tüm diğer sanat dalları gibi hemen yarın barışı getirmez elbette ki. Ama bir asır sonra en azından bugün yaşananları daha iyi okuyabilmemizi, başka bir açıdan görebilmemizi sağlayan hafıza için önemli bir araç olabilir.

“Gençlik fotoğrafını gösterip, gözlerinden yaşanılanların acısını siliyor ve hatırlamaya çalışıyor”

Belgeselci ve fotoğraf sanatçısı Erhan Arık'ın 'Horovel' çalışmasından bir bölüm. 1910 doğumlu Tigranuhi Asatryan, 1915'te yaşadıklarını anlatıyor:

 
 
 

Comments


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page