Verso'dan Judith Butler Röportajı: Donald Trump neyi temsil ediyor?
- VERSO/ Çeviri: Burakcan Erdoğdu
- Jan 10, 2017
- 9 min read

Donald Trump neyi temsil ediyor? Amerikalı filozof Judith Butler yakınlarda Donald Trump'ın yeni bir faşizm biçimi olduğunu anlattığı Rassamblement (Toplanmanın Performatif Teorisine Doğru Notlar) adlı, Fransızca kısa bir kitap yayımladı. Yazara göre " Birçok insan bu rahatsız edici, akılsız adamın dünyanın merkezinde durmasından ve bu duruş sayesinde güç kazanmasından keyif alıyor."
ABD ve Avrupa'daki pek çok yazar ve entelektüel, Trump fenomeni hakkındaki görüşlerini çoğunlukla şaşkınlık ya da hoşgörüsüzlük ile belirtti. Dilinin ölçüsüzlüğünü kınadılar veya Meksika sınırında duvar inşa etme ve resmî olmayan milyonlarca göçmeni kovma planından duydukları endişeyi ifade ettiler.
Fakat "Trump fenomeni"nin ne olduğunu anlamaya çalışacaksak, Judith Butler'ın Excitable Speech, A Politics of the Performative kitabından son kitabı Toplanmanın Performatif Teorisine Doğru Notlar'a kadar, 90'ların sonundan bu yana yaptığı analizleri göz önünde bulundurmalıyız.
Donald Trump’ın son yirmi yıldır yaptığınız analizlerinizin “figure in the carpet” 1 olduğunu söyleyebilir miyiz? Trump, mükemmel bir "Butlerian obje" değil midir?
Judith Butler: Tarzım olan analizler için Trump’ın iyi bir obje olduğundan emin değilim. Örneğin Trump’ın bir insan olarak cazibesinin olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca konuşmalarını inceleyeceksek, konuşmalarının Amerikalılar’ın bir kısmı üzerindeki etkilerini de düşünmemiz gerekiyor. Nüfusun çeyreğinden azı tarafından seçildiğini ve başkanlık yolunda olmasının sebebinin demode bir Seçmenler Kurulunun varlığı olduğunu unutmayalım. Trump’ın geniş halk desteğine sahip olduğunu düşünmemeliyiz. Katılımcı siyasete karşı genel bir hayal kırıklığı ve iki ana parti için ciddi küçümseme var.
Hillary Clinton Trump’tan fazla oy aldı. Öyleyse Trump’a olan desteği sorgularken Amerikalıların azınlığının kendisini nasıl iktidara getirebildiğini soruyoruz. Demokrasi açığını sorguluyoruz, geniş bir dip dalgasını değil. Bana göre, Seçmenler Kurulu kaldırılmalı ki seçimlerimiz halkın iradesini daha açık bir şekilde yansıtabilsin. Demokratik süreçte halk katılımını artırmak için siyasi partilerimiz yeniden düşünülmeli.
Seçim zaferi kazanan azınlık yalnızca siyasi alandan hoşnutsuzlukları ile değil, oy kullanmayan yaklaşık %50 seçmenin de hoşnutsuzluğuyla hedefine ulaştı. Belki de ABD’de katılımcı demokrasinin kaybolduğundan söz etmeliyiz.
Bence Trump birçok nedeni ve birçok hedefi olan bir öfkeyi açığa çıkardı ve bu öfkenin gerçek nedenini, tek gayesini bildiklerini iddia edenlere karşı şüpheci olmalıyız. Ekonomik yıkım, hayal kırıklığı ve tüm topluluklara zarar veren ekonomik ve finansal hareketliliklerden doğan umut kaybı, burada kesinlikle önemlidir. Zira ABD'nin hem eski hem de yeni formuyla ırkçılığının yanı sıra artan demografik karmaşıklığı da öyle. Bir yandan yabancılar ve kaçak işçiler karşısında devlet gücünü artırmak isteyen bir "kuvvetlilik" arzusu var, ancak buna aynı zamanda hükümet yükünden kurtulma isteği eşlik ediyor: hem bireyciliğe hem piyasaya hizmet eden bir slogan.
Trump ile faşizm arasında karşılaştırma yapmak için en net nokta –eğer öyle bir karşılaştırma yapılabilirse- lider ile onu üreten kitleler arasındaki ilişkidir. Esasen büyük faşist liderler faşizmin mucitleri değillerdir, 1920’lerin yenilgi ve krizinden sonra düşen sınıf statüleri için mücadele veren ve hüsranını proletaryaya olan nefretle ifade eden küçük ve orta sınıf burjuvanın içinde bulunduğu senaryonun kontrolünü sağlamışlardır. Geçenlerde Troçki’nin faşist lider hakkında konuştuğu eski bir metni bulma şansım oldu. Bunun Trump fenomeni hakkında iyi bir açıklama sağladığını düşündüm: "Politik düşünceleri belagatin meyveleriydi. Slogan seçkisinin oluşması böyledir. Planının güçlenmesi böyledir. ‘Lider’in hammaddeden şekillenmesi böyledir.” Trump için aynısını söyleyemez miyiz?
Eski ve yeni faşizm biçimleri arasında ayrım yapmak için doğru an bu an olabilir. Tarif ettikleriniz, yirminci yüzyılın ortalarındaki Avrupa faşizminin formlarıdır. Her ne kadar yine faşist olarak nitelendireceğim bir durum da olsa Trump’ta farklı bir durumla karşı karşıyayız. Trump zengin, ona oy verenlerin çoğu ise değil. Yine de işçiler onunla özdeşleştiler. Sistemi yürüttü ve başarılı oldu.
Vergilerini ödemek zorunda kalmamak için borçlarından yararlanması örneğini alın. Hillary Clinton vergilerini ödeyen sıradan insanların buna öfkeleneceklerini düşündü hatalı bir şekilde. Aksine, Trump vergi ödemekten kaçınmanın yolunu bulduğu için ona hayran oldular. Onlar da o insan olmak istiyorlardı!
Bununla birlikte, milyonlarca insanı sınır dışı etme hatta göreve başlar başlamaz Hillary’yi hapse gönderme (artık vazgeçti), ticaret anlaşmalarını dilediğince bozma, Çin hükümetini aşağılama, ‘waterboarding’ ve başka türlü işkenceleri tekrar getirme talebinde bulunma gücünü kendine atfettiğinde faşist taraf görülüyor. Bu şekilde konuşurken dış politikaya, kimin hapse gideceğine, kimin sınır dışı edileceğine, hangi ticaret anlaşmalarına saygı gösterileceğine, hangi dış politikaların terk edilip hangilerinin uygulanacağına karar vermede özel yetki sahibiymiş gibi davranıyor.
Aynı zamanda, bir kalabalığın içinde yolunu keseni yumruklayacağını ya da öldüreceğini söylediğinde, açık açık birçok kişiyi heyecanlandıran ölümcül bir arzuyu ortaya koyuyor. Rıza dışı cinsel ilişki normalleştirdiğinde veya Hillary'yi "pis kadın" olarak nitelendirdiğinde köklü bir kadın düşmanlığını seslendiriyor, Meksikalı göçmenleri katiller olarak resmederken çok eski bir ırkçılığı dile getiriyor. Çoğumuz küstahlığını, saçma özbeğenisini, ırkçılığını, kadın düşmanlığını ve ödenmemiş vergilerini yetersiz karakterinin özellikleri olarak düşündük ama aslında bunlar ona oy vermiş olan çok kişiyi heyecanlandıran şeylerdi. Anayasayı okumuş olduğundan veya bunu umursadığından kimse emin değil. Bu kibirli umursamazlık insanları ona çeken şey. Bu faşist bir olgudur. Sözlerini icraate dönüştürürse faşist bir hükümete kavuşuruz.
Donald Trump, Mario Cuomo tarafından söylenen sözde olduğu gibi, şiirde veya nesirde kampanya yürütmedi, tüm faşist liderler gibi argoda yürüttü. Kendi toplum diyalektini, esprilerini, komik suratlarını, müstehcen imalarını, suçlamalarını, sloganlarını ve lanet okumalarını icat etti. Belagati, dışlamaya dayanan bir çeşit "markalaşma”ya karşılık geliyor. Yapısal söylemden çok sinyallerle, azınlıkların meşruiyetinin ortadan kaldırılması için savrulan büyük bir silah olan slogan ve hakaretlerin bileşimiyle iletişim kuruyor. Trump’ın The Apprentice’teki2 ‘Kovuldun’ sloganını nasıl analiz ediyorsunuz?
Bir kez daha, bu konuşma eylemi Trump’ın insanları işlerinden, yerlerinden veya güçlerinden yoksun bırakabilecek kişi olduğunu varsayıyor. Yapmayı başardığı şeyin bir kısmı, kendisine atadığı bu güç duygusunu iletmektir. Sizin bahsettiğiniz türden konuşma eylemleri tam da bunu yapar. Ayrıca, kültürel elitlere karşı öfkenin feminizme, sivil haklar hareketine, dini ve kültürel çeşitliliğe karşı öfke biçimini almaya başladığını unutmamalıyız. Bütün bunlar ırkçı ve kadın düşmanı tutkular üzerine baskı yapan "süperego" kısıtlamaları olarak görülüyor. Yani Trump, ırkçılık karşıtı genel söylemlere ve toplumsal hareketlere olan nefreti "özgürleştirmiştir”. Trump’la beraber, kişi nefret etmekte özgürdür.
Trump ırkçılığı ve cinsiyetçiliği yüzünden toplum tarafından kınanma riskini aldı ve hayatta kaldı. Taraftarları da utanmaksızın ırkçı olmak istiyorlar. Bu nedenle seçimden hemen sonra sokakta ve toplu taşıma araçlarında nefret suçlarında ani artış gördük. İnsanlar, ırkçılıklarını istedikleri gibi haykırmakta "özgürleşmiş" hissetti. Öyleyse "Kurtarıcı" Trump’tan kendimizi nasıl kurtarabiliriz?
Eğer retorik üzerine çok fazla konsantre olursak, ikinci bir boyutu unutmayı riske atarız: mitinglerde ya da talk-show’lardaki performansının “büyük varlığı.” Saç kesimi ve "turunculuğu" hakkında daha fazla şey söylemeye değmez, ancak bunun ötesinde ellerini ve ağzını hareket ettirme biçimi, budala mimikleri, abartılı jestleri, TV gerçekliğine özgü bir çeşit vücudunu aşırı sergilemeyle ifade edilen bir üslubu da var. Amerika genelinde şehir meydanlarında yayılan çıplak Trump heykelleri bir tür nefret dolu bulaşıcılığı ve bedensel provokasyonu hedef alan bir tür ucuz edebiyatı onayladı. Bunu görünce Kafka'dan bir satır aklıma geldi "Şeytanın sahip olduğu en etkili ayartma aracı, ona karşı savaşmaya meydan okumasıdır." Siyasi sahneye giren bu “reality TV” karakterini nasıl analiz ederdiniz?
Başkanlığının giderek bir medya olgusu haline geldiği açıkça görülüyor. Burada bir soru, insanların oy haklarına Facebook’ta “Beğen” butonuna tıklama muamelesi edip etmedikleridir. Trump, ekran boşluğunu kaplıyor ve tehditkar bir figür haline geliyor. Bu, Saturday Night Live'daki Alec Baldwin’in arkadan Hillary'ye saldırmaya hazırlanarak sahnede dolaştığı Trump hicvinde harikulade şekilde TV’ye aktarıldı. Bu tarz bir tehditkar yakın güç, aynı zamanda cinsel taciz uygulamalarıyla da alakalı. İstediği yere gidiyor, istediğini söylüyor ve istediğini alıyor.
Dolayısıyla, geleneksel anlamda karizmatik olmasa da, ekranı bu şekilde işgal ederek kişisel güç ve kişilik kazanıyor. Bu anlamda, kuralları çiğneyen, istediğini yapan, para kazanan ve istediği zaman istediği yerde seks yapan biri imajını veriyor. Edepsizlik dünyayı doldurmak istediği gibi ekranı da dolduruyor. Ve birçok insan bu rahatsız edici, akılsız adamın dünyanın merkezinde durmasından ve bu duruş sayesinde güç kazanmasından gayet keyifli.
Yalan söylemekle suçlanan Trump, "dürüst abartı", "masum bir abartı şekli ve çok etkili bir tanıtım biçimi" olarak adlandırdığı şeyi uyguladığını söyleyerek kendini savundu. Avrupa medyası, Hannah Arendt'in totalitarizmin bir özelliği olarak tanımladığı doğru ve yanlışın, gerçek ve kurgunun bulanıklaşması durumunu adlandırmak için "doğru ötesi politika" ifadesini git gide fazla kullanıyor. Bu görüşe göre sosyal medya, bağımsız haber pencerelerinin ortaya çıkmasıyla karakterize edilen; vahşi söylentilerin, komplo teorilerinin ve yalanların yayılmasına izin veren bir çeşit yankı odası yaratan yeni bir bağlam oluşturdu. Aslında medyada doğruluk denetimi mümkün değildir. Kampanyası boyunca Trump, Twitter ve Facebook yoluyla küçük öfke cumhuriyetlerinin nutuğunu çekti ve bunları heyecanlı bir "dalga" halinde birleştirdi. "Gerçek ötesi politika" kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her nasılsa, bunların Trump'ın kendi sözleri olduğuna inanamıyorum, daha çok onun gerçekle olan laubali ilişkisini normalleştirmeye çalışan hatta alkışlayan birilerinin gibi. Gerçek ötesinin içinde olduğumuzdan emin değilim. Trump gerçeğe saldırıyor, iddialarına dair kanıt ve söylediklerinde bir mantık göstermediğini gösteriyor. Açıklamaları tamamen keyfi değil, ancak yalnızca durumlara ve dürtülerine bağlı kalarak pozisyon değiştirmeye niyetli.
Örneğin başkan olduğunda Hillary Clinton'ı "hapsedeceğini" söyleyip ondan nefret edenleri sevindirdi hatta ondan daha da çok nefret etmelerini sağladı. Elbette, Başkan olarak bile uzun bir ceza davası ve mahkemenin yargısı olmadan onu "hapsetme" gücüne sahip değil. Fakat bunu söylediği anda tüm hukuki işlemlerin üzerindedir, dilediği gibi iradesini kullanır. Clinton’ın gerçekten bir suç işleyip işlemediğini umursamayan bir tiranlık modeli kurar. Şimdiye kadar elde edilen kanıtlar işlemediğine işaret ediyor. Fakat Trump kanıt dünyasında yaşamıyor. Benzer şekilde, milyonlarca yasa dışı seçmen Clinton'a oy vermeseydi çoğunluk oyunu kazanamayacağına dair iddiasının doğrulanması mümkün değil. Bu anda kendi narsisistik yarasını kamusal alanda sergileyip ve çoğunluk oyunu onaylatmak istiyor. Kendi lehindeki oyların yasadışı olabileceği fikri ise kökten reddediliyor.
Kendisiyle çelişip çelişmediği veya yalnızca gücünü ve popülaritesini azaltan sonuçları reddettiği gerçeğinin açık olup olmaması önemli değil. Hem utanmaz ve yaralı narsisizmi hem de kanıt ve mantığa teslim olmayı reddetmesi onu daha da popüler yapıyor. Hukukun üstünde yaşıyor ve orası destekçilerinin birçoğunun da yaşamak istediği yer.
Excitable Speech’te amacı yöneltildiği insanları kırmak ve dışlamak olan homofobik, cinsiyetçi ve ırkçı söylemlerin sözel şiddetini analiz ediyorsunuz. Bu sözel şiddetin amacının insanın sınırlarını yeniden çizmek olduğunu da gösteriyorsunuz. Bu; dışlamak, izlemek ve sınırlandırmak için; aynı zamanda homojen, tek renkli, heteroseksüel tipte fantezi insan ortaya çıkarmak için söylemsel bir operasyon anlamına gelir. Yine de, bu eylemin geri kendine çevrilebileceği, politik bir mücadele ve kimliklerin yıkılması için alan açabileceğini açıklıyorsunuz. Sizce bu nasıl gerçekleşebilir?
Belki “insanları” tanımlamanın bir yolu olan zenofobik milliyetçilik hakkında düşünmeliyiz. Ekonomik bakımdan imtiyazsız insanlar arasında ve kendilerini beyazlık ayrıcalıklarını kaybetmiş olarak görenler arasında Trump’a destek vardı; ancak birçok zengin kişi de daha çok pazar açılacağı ve daha çok servet elde edilebileceği inancıyla Trump’a oy verdi. Hitabetine odaklanabiliriz ve bu önemlidir, ancak insanları ona çeken yalnız hitabeti değil.
Clinton hakkındaki aşağılayıcı "O pis bir kadın." yorumuna verdiği sert yanıtta senatör Elizabeth Warren’ın haklı olduğunu düşünmüştüm: “Al bunu, Donald. Pis kadınlar serttir. Pis kadınlar akıllıdır. Ve pis kadınlar oy veriyor. 8 Kasım'da biz pis kadınlar seni hayatımızdan sonsuza dek çıkarmak için pis ayaklarımızla pis oylarımızı atmaya gideceğiz.". Şüphesiz, kamusal feminizm için canlandırıcı bir andı ancak yeterli olmadığı açık.
2011'den bu yana Occupy, Indignados, Nuit Debout, Arap Baharı gibi toplanmaların ortaya çıkışını gördük. Son yayınlanan kitabınız Toplanmanın Performatif Teorisine Doğru Notlar'da, bu hareketlerin ortaya çıkış koşullarını ve siyasi sonuçlarını inceliyor, siyasi performans analizinizi ilerletiyorsunuz. İnsanlar toplandığında, bu aktörlerin taleplerine veya ileri sürdükleri söylemlerine indirgenmeyen bir siyasi ifade edindiklerini yazmışsınız. Hangi kuvvetler bu tür çoğulcu eylemleri engeller veya mümkün kılar? Demokratik karakterleri nedir?
“Apparition”3 İngilizce'de "görünüş" için belki de doğru kelime değil, fakat dildeki hayaletlerle beraber yaşamak durumundayız. Gösteriler ve toplanmalar çoğunlukla köklü değişim yaratmak için yeterli değillerdir, ancak "halk"ın kim olduğuna dair algılarımızı değiştirirler ve çoğulluktaki bedene ait temel özgürlükleri savunurlar. Toplanma özgürlüğü olmaksızın demokrasi olamaz; hareket etme ve toplanma özgürlüğü olmadan hiçbir toplanma olamaz. Dolayısıyla bedensel hareketlilik ve kapasite bu özgürlük tarafından ortaya konmaktadır.
Kemer sıkma ve istikrarsızlığa karşı gösterilerin çoğu, hem sokaktaki insanları hem de yerlerinden edilen ve imtiyazsızlaştırılan halktan insanları temsil ediyor. Bunu yaparken, toplanarak oluşturdukları ortak bir siyasi organ olma iddiasında da bulunuyorlar. Parlamenter meclisleri demokrasinin bir parçası olarak düşünebilmemize karşın, toplanmaların halkın kim olduğu anlayışını değiştiren parlamento üstü gücünü de aynı şekilde düşünebiliriz. Özellikle görünmemesi gerekenlerin görünmesi durumunda görünüm alanının ve bu alanın sınırları ile bölümlerini kontrol eden güçlerin halkın kim olduğu bahsinde öngörülmüş olduğunu da görürüz. Bu bağlamda Jacques Ranciere’e katılıyorum.
Michel Foucault, milattan önce beşinci ila dördüncü yüzyıldaki Atina demokrasisini aynı zamanda hem söylemsel bir problem, demokraside "hakikati dile getirme" paradoksu, hem de politika "sahnesinin", "agora"dan "ecclesia"ya taşınması olarak tanımladı, yani vatandaşların şehrinden egemenlerin sarayına. 2011'den beri ortaya çıkan bu yeni demokratik aşamaların gelişimini agora’nın ecclesia’dan intikamı olarak düşünebilir miyiz?
Hakikati güce karşı dile getirmek temelde kişisel bir davranış değildir. Hakikati güce karşı dile getirmek, kişinin konuşurken konuşma gücünü özselleştirmesi demektir. Ve güç yapılarının "karşılık verme" ile devralınabileceği veya yeniden düzenlenebileceği anlamına gelir. Şimdi, konuşan özneyi konuşan bir kişi olarak düşünebiliriz, ama bu potansiyel olarak herhangi sayıda kişiyi kapsayan isimsiz ve değişen bir konumdur.
Hakikati güce karşı dile getirmenin ne anlama geldiğini sormadan önce, kimin konuşabileceğini sormalıyız. Bazen tam da genel söylemde sessiz kalması gerekenlerin varlığı bu yapıyı yarıp geçer. Ülkede izinsiz bulunanlar toplandığında, kanun cezası çekenler, işsizler ya da emekliliklerinde ciddi kesintiler yaşayanlar toplandıklarında kendilerini imgelemde ve halkın kim olduğu/kim olması gerektiği algısını bize veren söylemde savunurlar. Elbette özel taleplerde bulunurlar, ancak toplanma aynı zamanda kitle ile talepte, kamusal alana karşı kitlesel bir hak iddiasında, siyasi güçlere karşı bir kamu talebinde bulunmanın bir yoludur. Yani bir bakıma hakikati güce karşı dile getirmeden önce söylemi yıkmamız gerekir. Siyasi temsil üzerindeki kısıtlamaları, söylemin şiddetini ortaya çıkarmak ve dışlamalarına karşı koymak için kırmamız gerekir.
"Güvenlik" güçleri; gösterilerin, toplanmaların ve kampların yasaklanmasını ve dağıtılmasını meşru kılmaya devam ettiği sürece demokratik hakların ve demokrasinin kendisinin yok edilmesine hizmet ediyor. Diyebiliriz ki yalnızca geniş tabanlı bir mobilizasyon, somutlaşmış ve ulus ötesi bir cesaret zenofobik milliyetçiliği ve şu an demokrasiyi tehdit eden çeşitli diğer aygıtları başarıyla yenecektir.
1 Henry James tarafından yazılan Figure in the Carpet kitabına gönderme
2Trump’ın yapımcısı olduğu ve 2004-2015 arası ekranda yer aldığı TV programı
3 Hem görüntü hem hayalet anlamına gelir





































Comments