top of page

Geçmişin izinde, zamanının ötesine konuşanlar

  • Enise Askın
  • Nov 28, 2016
  • 3 min read

“Silahların yeniden devreye girdiği bu dönemde bu silahlı sürece şahsım ve baro olarak net bir tutum aldık. Bu silahlı sürecin Türkiye toplumunun hiçbir kesimine yararının bulunmadığını defalarca çağrılarda bulunarak sona erdirilmesi talebinde bulunduk. Silahların yeniden devreye girmesinde hem örgütün hem de hükümetin sorumluluğunun bulunduğunu ifade ettik.

...

Ben anayasada ve uluslararası sözleşmelerce de garanti altına alınan ifade özgürlüğümü kullandım. Bu hakkımı kullanırken resmi görüşün veya ultra milliyetçi bir siyasi partinin mesele ve olguları ifade ve tanımlama biçimine uymak zorunda değilim. Bu ifade ve tanımlama biçimim iktidarı ve toplumun bazı kesimlerini rahatsız edebilir. Hatta sarsabilir. Zaten ifade özgürlüğü bunun için vardır. Ben bu derece ağır bir meselenin merkezinde yaşayan ve çok önemli bir meslek örgütünün başında olan bir sivil olarak, kendimi özgürce ifade edemeyeceksem resmi ve belli bir siyasi anlayıştan farklı bir görüş veya yorum ifade edemeyeceksem bu kadar tarihi ve toplumsal meseleyi nasıl çözeceğiz.

...

Ben şahsi olarak düşman, işgalci ordu veya terör ve terör örgütü gibi kavramlarla bu meselelerin çözülemeyeceğini, bu kavramlaştırma ve ifade biçiminin sorunu daha da derinleştirdiğini düşünüyorum.

...

Sonuç itibari ile ben Türkiye de Türk, Kürt ve tüm toplumsal kesimlerinin birlikte ve barışçıl bir şekilde yaşamalarının kaçınılmaz olduğu, Kürt ve Türk toplumunun bu yönde güçlü bir iradeye sahip olduğunun, bu birlikte yaşama zeminine zarar veren türlü eylem ve uygulamadan kaçınılması gerektiğini düşünüyorum. Son üç aydaki yazılı belgelerimiz bile incelendiğinde nereden kaynaklanırsa kaynaklansın şiddete ve silahlı çözüm yöntemine karşı ne kadar net tutum aldığınızı herkes görecektir. Ne şu ya da bu kesime yakın durmak için yapmıyoruz. Tamamen Türkiye toplumunun tümüne karşı vicdani ve ahlaki sorumluluğumuzun bir gereği olarak yapıyoruz. Ben bir suç işlemedim, sarf ettiğim sözler suç oluşturmaz. Ben resmi ve başka siyasi kesimlerin görüş ve tanımlamalarını kabul etmiyorum. Bir bütün olarak PKK’nin böyle bir tanımlamaya oturtulamayacağını düşünüyorum."

Bu sözler, hayatını 90’lı yıllarda yaşanmış ağır insan hakları ihlallerinin yargılanmasına, geçmişle yüzleşmenin sağlanabilmesine adayan ve geçtiğimiz yıl bugün, 28 Kasım 2015’te öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’ye ait.

Hedef gösterildiği bir televizyon programında sarf ettiği “PKK terör örgütü değildir” sözü nedeniyle hakkında başlatılan soruşturmaya böyle cevap vermişti Tahir Elçi. Onun bizlere verdiği son ders olarak hayatımızda yer eden bu savunma, o tarihin ve sonrasında gelişen sürecin siyasi atmosferinin çok ötesinde mesajlar taşıyordu. Tarafların “yıkım, temizlik, intikam” kelimelerini yaşamlarımıza kazıdığı o günlerde, birlikte yaşama zeminine zarar veren her türlü eylem ve uygulamadan kaçınılması gerektiğini, ‘düşman’ veya ‘terör örgütü’ gibi kavramlarla böylesi tarihi ve toplumsal bir meselenin çözülemeyeceğini söylemişti Tahir Elçi.

“Düşüncelerim, dünya görüşlerim, fikirlerim çok aykırı, çok uç ve ötesinde tahammül edilmez de olabilir. Ancak, bunların doğruluğu ya da yanlışlığı ellere kelepçe vurularak değil, burada tartışılarak anlaşılabilir. ... Sevgili arkadaşlar, Kürt sorunu, yıllardan beri tek düze, alışılagelmiş ve sonu hep kan ve gözyaşına boğulmuş yöntemlerle çözülmeye çalışıldı. Bizim, Kürt sorununun çözümüne ilişkin görüş ve düşüncelerimiz farklı olduğu içindir ki sanık sandalyesine oturmak üzereyiz. Sorunları kamuoyu önünde ve hatta kamuoyunun katılımıyla çözmek varken, kelepçeli çözümde ısrar etmenin mantığını anlamak da mümkün değildir.

Nasıl ki, tek çiçekli bir bahçe, tek sazlı bir orkestra olmazsa Türkiye insanının da tek tip düşünmesi beklenmemelidir. Nasıl ki, bir bahçede allı morlu, yeşilli ve sarılı çiçekler aynı renk ve özellikleriyle hep bir arada, usta bir bahçıvan gözetiminde yaşayabiliyorsa Türk ve Kürt halkı da kendi özgün kimlik ve kültürünü geliştirerek, bir arada yaşama şansına sahiptir hâlâ. Nasıl ki, bir orkestrada onlarca farklı ses ve saz, usta bir şef yönetiminde yönetilebiliyor, o halde Türk ve Kürt halkları da çok renkli ve çok sesli yaşama hakkına sahiptirler.”

Türkiye’nin utanç karnesine yazılı olaylardan biriyle hatırlanan Orhan Doğan ise, bir meclis konuşmasında sarf etmişti bu cümleleri. Tahir Elçi’nin öldürülmesinden tam 21 yıl önce. Orhan Doğan 1994’teki Kürtçe yemin krizinin ardından, “bölücü faaliyet” suçlamasıyla meclis kapısında kelepçelenmişti. Silahlı mücadeleyle çözülmesi planlanan bir meselenin en kanlı döneminde Orhan Doğan, barış inşasının temel yapı taşı olan birlikte yaşam düşüncesini dile getiriyordu.

Orhan Doğan’ın bu konuşmasını takip eden yıllarda, yüzlerce kişi faili meçhul cinayetlerle öldürüldü, binlerce köy yakıldı, on binlerce kişi yerlerinden edildi. Bugün ölüm yıldönümü sebebiyle hatırasını andığımız Tahir Elçi, işte bu yaşananlarla yüzleşilsin diye mücadele ediyordu.

Tahir Elçi, Orhan Doğan ve daha niceleri.. Savaşın topyekün bir ülkeyi yaşamın kutsiyetinden ve insanlığın çokrenkliliğinden ayırdığı, barışa hiçbir siyasi erkin adım atmak istemediği zamanlara doğmuş insanlar. Savaşın taraflarının ve toplumun her kesiminin barışa hazır olduğu, bunun için ortak iradenin kullanıldığı gelecekteki bir zamana doğmuş olsalar; binlerce insanın hayatını aydınlatacak bir barışı inşa edebilecek ışığı yüreğinde taşıyan insanlar. Geçmişin izinde, zamanının ötesine konuşanlar..

 
 
 

Comments


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page