Gülseren Onanç'tan Barışın Önündeki Engeller ve Çözüm Önerileri
- Gülseren Onanç
- Apr 25, 2016
- 6 min read

Gülseren Onanç'ın geçen ay Robert Koleji'nde gerçekleştirdiği konuşmayı paylaşıyoruz. Bu yazı Gülseren Onanç'ın internet sitesinden alınmıştır.
Siteye erişmek için tıklayın.
'Biz barış savunucuları, Türkü, Kürdü bu memlekette barış içinde yaşamak istiyoruz. Bize dayatılan çatışma ve savaş süreçlerinin pasif izleyicileri olmak istemiyoruz' diyor Gülseren Onanç. Geçen ay Robert Koleji'nde yaptığı konuşmada çözümün önündeki engelleri anlatıyor, önerilerini paylaşıyor.
Robert Kolej gibi saygın bir kuruluşun çok değerli mezunlarına konuşmak benim için büyük bir ayrıcalık. Bir vatandaş ve politikacı olarak bu kurumu önemsiyorum. Zira Robert Kolejin liberal, özgürlükçü aktif vatandaşlar yetiştirdiğine inanıyorum.
Partimin ikinci Genel Başkanı, Türkiye siyasi yaşamına damgasını vuran, dağa taşa Karaoğlan adını yazdıran Bülent Ecevit’i (RC44), Siyasetteki saygın duruşunu ile saygıyla izlediğim İsmail Cem’i (RC59) ve profesyonel iş yaşantımdaki ilk patronlarım, Nejat Eczacıbaşı ve Şakir Eczacıbaşı’i ve daha birçok değerli kişiyi yetiştiren Robert Kolej’e saygı ve hayranlık besliyorum.
Benim üzerimde emeği olan 6 yıl önce kaybettiğimiz Şakir Eczacıbaşı’nın sizlerin arasında olmasını çok isterdim.
Bugünkü öyküme Eczacıbaşı’ndaki ilk görev yerim Moskova’dan başlamak istiyorum. Amerika’da aldığım İş İdaresi üst lisans derecesinden sonra Eczacıbaşı’nın ilaç pazarlama ve satış işlerinden sorumlu olarak görevi kabul ettiğimde, Sovyetler Birliği’nde Mihail Gorbaçov Glasnost (açıklık) ve Prestroyka (yeniden yapılanma) politikası hüküm sürüyor ve Sovyetler Birliği dünyaya açılıyordu. Yeni mezun bir pazarlamacı için tam bir laboratuvardı.
1991 yılının Ağustos ayında Moskova’ya uzun süre yaşamak için gittikten sadece bir hafta sonra Politbüro generallerinin darbesi oldu ve Darbe Rusya devlet başkanı Yeltsin tarafından 2 günde bastırıldı. Koca Sovyetler Birliği 4 ay içinde tespih taneleri gibi dağıldı, ortaya 15 Bağımsız ülke çıktı. Moskova’dan bütün ülke için ilaç alınmıyor artık her ülke kendi sağlık bakanlığı ile alım yapıyordu. Artık Azerice danışıyorduk, Uzbekçe gepleşiyorduk.
1991-1993 yılları arasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal dağılan Sovyetler Birliği’nin Türki Cumhuriyetleri dediğimiz Azerbeycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan’ın ortak dil ve kültür birliğini sağlamayı planlıyor ve oralara Exim Bank kredileri ile Türkiye’den mal ve hizmet satılmasını sağlıyordu. Ekonomik ilişkilerin politik ilişkileri geliştireceğine inanıyordu.
Ben Moskova, Taşkent, Almatı, Bişkek, Aşkabat arasında mekik dokurken, memlekette 1991 de SHP ile kurulan koalisyon ile Meclise giren Kürt Milletvekillerinin Kürtçe yemin ettikleri için TBMM atıldı, Kürt siyasi hareketinin partisi HEP kapatıldı.
Turgut Özal’ın PKK ile bir barış görüşmelerine girdiğini daha sonradan öğrendim.
Aynı yıllarda Kendisi bir Robert Kolejli olan, Sarışın bir kadın başbakanımız da oldu. Bir kadın başbakanımız olduğu için öğünüyor, bu sarışın modern kadın imajı ile bütün dünyaya Türkiye’nin ne kadar modern bir ülke olduğu imajını verdiğimizi sanıyorduk.
90 lı yılların PKK ile mücadele adı altında Kürtlere karşı yapılan insan hakları ihlalleri ile dolu olduğunu daha sonra anladık. Bu dönemde Kürt köyleri boşaltıldı, Kürt şehirlerine OHAL uygulamaları ile yoğun bir baskı uygulandı.
1995 ten beri her Cumartesi Galatasaray meydanında toplanan Cumartesi anneleri hala faili meçhul yakınlarının izlerini bulmasını 570 haftadır ve 21 yıldır devletten talep ediyor.
Benim kişisel serüvenimde Kürt sorunu ile tanışmam Kagider başkanlığım sırasında Türkiye’de kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesi süresince oldu. Kürt siyasi hareketinin kadınları bir Kürt ve bir kadın olarak demokratik hak talep ediyorlardı.
Feministler, inatçılar, dirayetliler. Ben kendilerini tanıdıkça, onlarla bir dava paylaştıkça kadının eşitlik mücadelesi üzerinden Kürt kimlik mücadelesine saygı duydum. Kürt sorununa sahiplenmek için Kürt olmak gerekmediğini yaşayarak öğrendim.
2007-2011 yılları arasında PKK terörün şiddetini arttırmış ve büyük şehirleri hedef almıştı. Kürt kadınları ile barış taleplerimiz birlikte dillendirdik.
2000 li yılların ortalarından beri son on yıldır Kürt kadınlar üzerinden Kürt sorununun yakıcılığına tanıklık ediyorum. Kürtlerin eşit vatandaşlık, ana dilde eğitim hakkı ve yerelin güçlendirilmesi konusundaki taleplerini bir sosyal demokrat olarak destekliyorum.
Ama bu sorunun çözümünde ideolojik olarak desteklemenin yeterli olmadığını anladım.
İhtiyacımız olan şeyin Kürtler ile bir gönül bağı kurmak ve onların da Türkler ile eşit haklara sahip olmalarını talep etmek.
2013 yılında başlayan çözüm süreci sırasında CHP’sinin başkan yardımcılığı görevindeydim ve kendimi çok şanslı görüyordum. Bu Tarihi süreçte CHP’nin kurucu parti olması ve geniş tabanı ile önemli bir rol oynayacağına inanmıştım. Ama bu sürece CHP ve diğer siyasi partiler de dahil olamadılar. Süreç Recep Tayyip Erdoğan, MIT, Öcalan ve bazı HDP temsilcileri arasında yürüdü.
Sonra görüldü ki aslında her iki tarafta da birbirine güvenmiyormuş. Devlet atması gereken demokratik reformları atmayı planlamıyor, PKK de bir şekilde bölgede alternatif senaryoya hazırlanıyormuş.
2015 Temmuz Suruç Saldırısı ve sonrası yeniden savaş hali.
Şu anda Türkiye’de bir savaş yaşanıyor.
Kürt sorunu çözümüne çok yaklaşırken, çözümsüzlüğe yuvarlandığımız çok boyutlu Türkiye’nin en önemli sorunu. Çözülemedikçe daha çetrefilleşen, bölge dengelerinden etkilenen ama son kertede Türkiye siyasilerinin Meclis çatısı altında ortak akıl ortak vicdan ile çözülmesi gereken, çözülmez ise çok daha büyük sorunlara gebe olan bu sorun tarihi bir dönemeçte.
Benim aktivist bir politikacı olarak, son aylarda sıklıkla ziyaret ettiğim çatışma bölgelerinde gözlemlediğim ve Ankara merkezli politikayı baktığımda çerçeveyi şöyle koyabilirim.
Bölgede Durum Ne?
Eli silahlılar arasında mağdur olan sivil halk: Hendekleri kazarak bir bölgeyi çatışma alanı haline getiren YDGH ve onlarla mücadele etmek üzere uzun süreli sokağa çıkma yasağı uygulayan devlet arasında kalan sivil halk mağdur ediliyor. Çocuklar okula gidemiyor, öğretmenler bölgeden uzaklaştırılıyor, esnaf çalışamıyor. Halk korku ve endişe içinde. Çocukar sokaklarda oynayamıyor. Çatışma bölgeleri çoğunlukla boşalmasına karşın, yoksullar başka bir kira ödeyemeyecek olanlar buradan ayrılamıyor. Mağdur olan halkın büyük çoğunluğu hem PKK /YDGH a hem de devlet güçlerine kızıyor. Ama en çok devlete içerliyor. Onlara sahip çıkmadığını Kürt kimliklerinden dolayı onları cezalandırmak istediğini düşünüyor.
Duyarsız, hoyrat devlet: Devlet güçleri özel harekat timleri ve polisler çatışma bölgelerindeki halkın tümüne terörist muamelesi yapıyor. Elinde beyaz mendil ile evinden çıkan halkın gururu kırılıyor. İnsan hakları ihlalleri yapılıyor. Sivil kayıpları yüksek. 100.000 fazla kişi köyünden, mahallesinden, ilçesinden belki şehrinden ayrıldı. 400 ün üstünde kadın ve çocuk dahil sivil öldü, 17 belediye başkanı tutuklu, 25 görevden alındı. Acı büyük. Bölgede Halkının can güvenliğine özen gösteren koruyan, kollayan bir devlet yok. Devletin cezalandıran, hoyrat, duyarsız eli bölge halkının haklı isyanına neden oluyor. Bu süreç öz yönetim talebini arttırıyor. Beni dışlayan devleti ben ne yapayım, kendi kendimi ben daha iyi yönetirim inancı pekişiyor.
Artan Öz Yönetim Talebi: Suriye Kürdistan’ında Rojova kanton modeli uygulayan PYD’nın verdiği özgüven ile Cizre’den başlayarak öz yönetimi uygulamak talebi var.
Türkiye gibi güçlü üniter ve merkezi devlet geleneği olan bir ülkede bu talebi anayasal destek olmadan talep etmek kafaları karıştırıyor ve siyasi çözümün önünde engel oluşturuyor.
Çatışmaların devam ettiği süreçte, HDK ve HDP’nin Türkiye’nin güneyinde de bunu uygulamak isteme talebi Kürt sorununun çözüm mecrasını Meclis’ten kaymasına neden oluyor. Devletin üniter devlet hassasiyetini ortaya çıkarıyor.
CHP’nin duruşu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki çekincelerin kaldırılması yönünde. Yani merkezi idarelerin yetkilerini yerel yönetime daha çok devretmesini öneriyor.
Meclis çatışı altında bunu tartışılarak sonuca bağlaması bu Mecliste olanaklı gözükmüyor.
Politik Partiler Nerede Duruyor?
AKP ve RTE’nin çözümsüzlükten oy devşirme stratejisi: 7 Haziran sonrası çatışma ve çözümsüzlük süreci muhalefet partilerinin Meclis Başkanını bile belirleyememesi AKP de oy patlaması ile sonuçlanınca, AKP çatışmanın ve belirsizliğin devamından oy devşirme stratejisine devam ediyor. RTE’nın başkanlık sistemini anayasal referanduma sunma beklentisi ile bu süreci devam ettirme stratejinin çözümün önünde engel olduğunu düşünüyorum.
Hükümetin yaklaşımı ise tek taraflı, PKK ile görüşmeye yanaşmıyor, bölgeye ilişkin planı güvenlik ve imar ekseninde ilerliyor. PKK ile AKP birbirini besliyor.
Muhalefet Partilerindeki kafa karışıklığı: MHP güvenlikçi tedbirler ile çözümü öneriyor hatta sıkıyönetim talebi var. HDP ise PKK ile arasına mesafe koymakta başarılı değil ve bu AKP HDP’nin teröre destek verdiğini iddia ederek HDP yi düşmanlaştırıyor.
CHP de ise kafa karışıklığı var AKP CHP yi HDP ile eşdeğer göstermeye çalışıp terörü desteklemekle suçlamaya çalışıyor, CHP’nin tabanında da bir kanat ulusalcı refleksleri ile yaklaşıyor.
Bu durumun özünde yatan sorunların bunlar olduğunu düşünüyorum;
Politikacılar, devlet organları ve yerel yönetimler arasındaki diyalog ve güven eksikliği; Bu sorun belki de en temel sorunumuz. Siyaset güvensizlik, iletişimsizlik üzerinden şekilleniyor. Uzlaşı ve ortak aklı yakalamak kültürü kalmadı. Ankara’daki siyasi kavga yerelde Vali, Kaymakam ve Belediye Başkanları arasındaki çatışmaya ve iletişimsizliğe dönüşüyor. Belediyeler ve Valilikler ve Kaymakamlıklar arasında en hafifinden iletişimsizlik bazı yerlerde çatışma hakim. Bu da çözümsüzlüğü pekiştiriyor. Yerelde üretilebilecek bazı çözümler (cenazelerin kaldırılması) üretilemiyor. Oluşan otorite boşluğu nedeniyle ortaya çıkan özel harekat timleri kontrol edilemez bir güce sahip oluyor. Çözüm masasından kalkan iki parti AKP ve HDP birbirine hiç güvenmiyor.
Toplumdaki Kutuplaşma: Kutuplaşma araştırmasına göre seçmenin artık oy verdiği parti üzerinden kendini tanımlıyor ve karşıtlığını belirliyor. En uzak gördüğü siyasi parti ise HDP. Bu oran AKP’li ve MHP’li seçmenler arasında %65, CHP’de %20. Toplumdaki bu karşıtlık Kürt sorununda siyasal çözüm üretmeyi engelliyor. Siyasetin önünü tıkıyor.
Siyaset ve toplumda sorun çözme yeteneğinin azalması: 7 Haziran büyük bir muhalefet fırsatı vermesine rağmen muhalefet partileri arasındaki iletişimsizlik, güvensizlik sonunda sonuç alınamadı. Kürt sorununda da muhalefet partileri eski ezberlerinden başka yeni bir söylem geliştiremiyor.
AKP’nin totaliter yaklaşımı toplumdaki alternatif yaklaşımın veya fikrin önünü kapatıyor. Akademisyenlerin bildirisinin nasıl terör suçu haline getirildiğini ve çok değerli 3 akademisyenimizin nasıl tutuklandığına ve yargılanacağına tanıklık ediyoruz. Sindirme, korku salma yolu ile toplumun sorun çözme kapasitesini kaybediyoruz.
Türkiye, AB gibi bir demokrasi çıpasını kaybetmesi: AB hem kendi değerlerinden uzaklaşıyor hem Türkiye’den. Göçmen krizinde Erdoğan’a ricacı olan bir AB den Türkiye üzerinde demokrasi denetimi yapması beklenmiyor.
Ne yapacağız?
Biz barış savunucuları, Türkü, Kürdü bu memlekette barış içinde yaşamak istiyoruz. Bize dayatılan çatışma ve savaş süreçlerinin pasif izleyicileri olmak istemiyoruz.
Karşımızdaki gücün farkında olarak, safımızı sıklaştırmalı ve şiddet içermeyen, yaratıcı, kucaklayıcı barış eylemlerini yaşama geçirmeliyiz. Robert Kolejin aktif vatandaş kültürüne burada çok ihtiyaç var.
Bölgede yaşayıp devlet zulmüne uğrayan Kürt kardeşlerimiz ile kucaklaşmalı yeniden sosyal sermayemizi inşa etmeliyiz.
Durumumuzu en iyi Gezi direnişinin sloganı anlatıyor: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.
Eğer bölgedeki Kürtler nasıl hissediyor diye merak ediyorsanız, size barış elçisi Tahir Elçi’nin sevgili eşi Türken Elçi’nin sözlerini aktarayım;
“Kırgınlığım yalnızlık korkusudur bunu çok görme bana. Bana sen inandıkça seninle ben yeniden doğarım. Kaybolmaya yüz tutan sevgini bul getir bana. Gel öfkemize ip bağlayalım , İpleri dipsiz kuyulara salalım. Dilsizlik ve sağırlıktan müzdarip zamanlarda gel sen beni bul. Baharlardan güller toplayıp, Kurşunun keskin sesine biz gül bağlayalım. Beni gör, kırgınlığımı anla, gel öfkemizi bir tarafa koyup kelimelere sahiplenelim, konuşalım, savaşı bitirip, geleceği birlikte kuralım.”





































Comments