Estukyan: Samimiyetsiz Açıklamalar Toplumda Karşılık Bulmuyor
- Begüm Zorlu
- Apr 25, 2016
- 3 min read

Osman Baydemir “Biz geride kalanlar kaybettik; onlar gittiler, biz barışı kaybettik. Her şeyden önce, bu yüzleşmenin önemsendiğini gösteren bir döküm, bu… Sadece Kürt aydını gözüyle değil, aynı zamanda araştırmacı, insan hakları savunucusu gözüyle…“ diyordu Ermeni
Soykırımı ve Kürtler üzerine olan “Onlar Gittiler Biz Barışı Yitirdik“ derlemesini anlatırken.
24 Nisan vesilesi ile konuştuğumuz Agos muhabiri Vartan Estukyan da aslında benzer bir soruyu dillendirmişti “1915 olmasaydı, bugünkü Türkiye nasıl bir yer olurdu?“
Bu sorulmayan, çatışma ortamının üstünü örttüğü soru toplumsal barışın önüne set çekiyor. Bu kadar insan gitmemiş olsaydı, ölmemiş olsaydı bu topraklarda yaşam nasıl olurdu? Biz gidenlerin artlarında neler bıraktıklarını, neler götürdüklerini ve beraber neler yaşayabileceğimizi, paylaşabileceğimizi bilsek sürer miydi bu nefret ve inkar?
Sözü ona bırakıyorum.
Ya 1915 Olmasaydı?
1915 etnik bir soykırımdan öte kültürel anlamda bir yok oluşu ön plana çıkartıyor benim
için. Zira göç yolunda öldürülenler ve/veya ölenler her ne kadar çok olsa da, belli bir oranda
hayatta kalan Ermeni nüfusundan da bahsetmemiz gerek. O nüfus ki Fransa’ya, ABD’ye ve
bilumum ülkelere göç etti, gerek sanat gerek bilim alanında birçok başarının altına imzasını
attı. Örnek vermek gerekirse, ABD’li Ermeni ünlü doktor Jack Kevorkian, Pulitzer ödüllü
yazar William Saroyan veya ABD’li mucit Luther George Simjian’ın adını söyleyebiliriz.
Doktor Kevorkian ABD’de yasal olmamasına rağmen hastaların ötenazi hakkını savunuyordu ve tıp dünyasında akıllara ‘Ölüm bir suç değildir’ sözüyle kazındı.
Bu isimler başarılarını ‘Fransalı Ermeni’ veya ‘ABD’li Ermeni’ sıfatı altında kanıtladı. Şahsım adına en büyük utanç ve üzüntüyü burada duyuyorum. Elbette ülkenin günümüzde bilim alanındaki başarısızlığını veya eksikliğini salt soykırıma bağlamak büyük bir hata olur, fakat, Nobel Fizik Ödülü alan Aziz Sancar, BBC tarafından kendisine yöneltilen ‘Türk müsünüz?’ sorusuna rahatlıkla
‘Allah’ın gâvuru’ cevabını veremezdi. Bu üslupta, bu ülkede o kelimenin kimlere ne amaçla
kullanıldığını gayet iyi bilen birinin Nobel Fizik Ödülü almasının zerre değeri kalmıyor. İşte
tam da bu yüzden 1915 yaşanmasaydı yukarıda saydığım bazı isimler bu ülkede doğup
yaşayabilirdi ve böylece 2016’da tavukların Allah dediğine inanmaktansa bilim alanında
önemli işlere imza atılabilirdi.
Cumhurbaşkanlığı'nın Taziyesi
Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan taziye mesajlarının yalnızca tarihî bir özelliği var.
Bu mesajlar, Willy Brandt’ın Holokost’tan sonra ölüm kampları önünde diz çöküp özür
dilemesiyle eş tutulamaz. Bunu hem günümüz iktidar partisi mensubları, hem de Türkiye
halkı kaldıramaz. Kaldı ki Brandt da diz çöküp özür diledikten sonra Almanya’ya
döndüğünde, halkın büyük çoğunluğu tarafından bu hareketinden ötürü eleştirilmişti. Türkiye
ile Ermenistan hükümet temsilcileri en yakın teması bir futbol müsabakasında kurşun
geçirmez camlar ardında yaşadı. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
tarafından yayımlanan taziye mesajı içi boş cümleler ve taraflı bir siyasi pozisyonla sınırlı
kalıyor. Bu, Ermeni toplumu kadar halkın geri kalanına da inandırıcı gelmiyor olacak ki,
hiçbir zaman ‘tarihî bir mesaj’ dışında üzerine konuşulacak bir konu haline gelmedi.
Dolayısıyla herkes tarafından samimiyetsiz kabul edilen bu açıklama, toplumda bir yankı
uyandırmıyor. Zaten içeriğinde hükümetin 100 yıllık siyasi gelenekten çok farklı bir noktada
yer almadığını da görüyoruz. Erdoğan’ın samimiyeti ancak Yerevan’daki anıt önünde diz
çökmesi ve içten özür dilemesiyle ortaya çıkar. Fakat henüz sınır kapısını kapalı tutan bir ülke
ve o ülkenin hükümetinden beklentilerin çok yükseklerde olmaması, olası bir hayal
kırıklığının da önüne geçecektir. Bir gün bir başka ülke liderinin, Ankara’daki bir caddede
ismi yaşatılan Willy Brandt’ın yaptığı gibi soykırım anıtı önünde diz çöküp geçmişte
yaşananlar için utanç duyduğunu söylemesini umuyorum.
Kamp Armen Direnişi'nin Önemi
Kamp Armen’in iade süreci, konuyu yakından takip edenlerin de bildiği üzere bir hayli
çalkantılı geçti. Önce AK Parti İstanbul Milletvekili Markar Esayan tapunun iade edildiğini
söyledi ancak bu durum gerçeği yansıtmıyordu. 7 Haziran seçimlerinde AK Parti için önemli
bir hamle olan Kamp Armen, partinin seçim sonucunda beklenen başarıyı sergileyemeyince
iyice çıkmaza girmişti. Fakat yıkım haberi alındığından tapunun iade edilme sürecine dek
orada kalan ve nöbet tutan insanların Kamp Armen’in iadesinde önemli bir rol oynadığını
düşünüyorum. Şunu unutmamak gerekir ki, özellikle 1936 Beyannamesi’yle el konan
gayrimüslim vakıfların mülkleri, AK Parti döneminde yavaş yavaş da olsa iade ediliyor. Bu
bir gasp olduğu için, iade edilmesine teşekkür etmek, yersiz. Zaten iade edilen mülklerin çok
daha fazlası halen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün himayesi altında. Tüm bu mülklerin eski
sahiplerine iade edilmesi, hepimizin temennisi. Kamp Armen her ne kadar bir şahıs tarafından
satın alınsa da, el konan bir mülktü bu önemli bir örnekti. Dolayısıyla Kamp Armen’in iadesi,
el konan gayrimüslim vakıfların mülklerinin iadesi yolunda büyük bir önem arz ediyor.
BEGÜM ZORLU/NEYNİK





































Comments